“Yerli ve milli” TV kanallarının seyredilmez hale gelmesiyle birlikte iyiden iyiye sardığımız dizi dünyasının müstesna parçalarından biri olan İngiliz-Fransız ortak yapımı The Tunnel’ın “eş kahramanı” Başmüfettiş Karl Roebuck (bu ismi eski bir sendikacı olan babasının Karl Liebknecht ve Karl Marx’tan esinlenerek oğluna verdiğini öğreniyoruz), dizinin bir yerinde radikal siyah hareketi Kara Panterler’den bahseder. Kara Panterler’i daha önce hiç duymamış olan yanındaki genç polis, teşkilatın ismini son derece “havalı” bulur. “Evet” der Karl, “Liberal Demokratlar’dan iyidir.”
Karanlık dönemlerden geçiyoruz. Sadece Türkiye’de değil üstelik. Erdoğan’ın HDP’li vekillerimiz hakkındaki nefret konuşmalarından birini daha dinlerken, ekranın altından kayan yazılarda şunları okuyabiliyoruz örneğin: “Polonya’da komünizm propagandasına getirilen yasak kapsamında, ideolojiyi simgeleyen 1300 sokağın ismi değiştirilecek.”
Liberal demokrasinin zamanımızın yüksek gerilimini kaldıramadığı; merkez, çevre, yarı-çevre ayrımı gözetmeksizin geri çekildiği bir dönem bu. Parlamentoların işlevsizleştiği (geçenlerde Fransa’daki son gelişmeler ile ilgili olarak yapılan bir röportajda Fransa’nın mevcut rejimi “Bonapartsız Bonapartizm” olarak nitelendiriliyordu), siyasal temsil ilişkisinin giderek özcü ve “organik” düzeye taşındığı (Erdoğan’ın danışmanlarından birisi yakın zaman önce “organik liderlik” tezini ortaya attı), kitlelerin sözün anlamına değil etkisine büyülendiği (Trump fenomeni karşısında sabrı taşan Obama bile “ne dediğinin bilmemek havalı bir şey değildir” diye serzenişte bulunuyordu geçenlerde), egemenlerin sivil darbeler üzerinden siyasal iradenin oluşum sürecini askıya aldıkları (bakınız Türkiye ve Brezilya) bir dönem bu.
Bu dönemde liberal demokrat olmak gerçekten zor zanaat olsa gerek.
* * *
Gezi, yeryüzünün farklı coğrafyalarında aynı dönemde fışkıran muadilleri gibi, demokrasi sorunsalını yeniden ve yeni bir biçim altında ortaya koyduğu için değerliydi ilkin. Bu nedenle de dünya-tarihsel bir olaydı. Kitleler tüm dünyada neoliberal kapitalizmin, emperyalist sistemin ve bunların yerli uygulayıcılarının baskı, sömürü ve tıkanan siyasal sistemlerine karşı ayaklandılar. Dünyadaki diğer yoldaşlarının yaptıkları gibi, Gezi’ye katılanlar da forumlar, meclisler kurdular. Bunların ömrü her yerde olduğu gibi Gezi’de de kısa oldu. Fakat kısa ömürlerinden ziyade önemli olan, bu oluşumların kitlelerin doğrudan demokrasi arayışlarını ortaya çıkarmasıydı. Gezi bu anlamda bir mirası bugüne taşıdı. Bu mirasın bugünün koşullarında yeniden yorumlanması ve pratiğe dökülmesi görevini önümüze koyarak.
Bu dünya-tarihsel konjonktür içerisinde Gezi Türkiye’nin önündeki siyasal sorunsalı da yeniden şekillendirdi. Hatırlayalım, Gezi’den önce, 2007’deki Cumhuriyet Mitinglerine rengini veren slogan “Türkiye laiktir, laik kalacak” iken, Gezi’de bu sloganın neredeyse adı bile duyulmadı. Gezi Türkiye’de siyasetin temel sorunu olarak demokrasi meselesini ortaya koydu. Bugün içinden geçmekte olduğumuz süreç içerisinde bunun ne kadar temel bir mesele haline geldiğini daha da açık bir şekilde görüyoruz. Bunu şimdiye kadar layığıyla anlayan ve gereğini yerine getiren Kürt Siyasal Hareketi oldu. 7 Haziran’da bunu anlamış olmanın ilk meyvelerini toplayan Kürt Hareketi’nin çok kısa bir süre içerisinde devleti yeniden ve “tehlikeyi” sezmiş yeni biçimiyle karşısında bulması, egemenlerin de bu süreçten gerekli dersi çıkardığını gösteriyor.
Zamanımızın sarkacı demokrasi-diktatörlük arasında salınıp duruyor. Sarkacı demokrasi kutbuna çağıracak, çekecek bir siyasal özne/hareket yaratabilir miyiz? Mesele budur. Gezi, buna dair de işaretler verdi aslında: Düşmana karşı amansız ve militan, ittifaklar konusunda ise esnek bir toplumsal-siyasal muhalefet bloku oluşturmak. Gezi Ayaklanması süreci içerisinde her gün, her ana mücadele eden insanlar, normal zamanlarda birbirlerini bölecek mevzuları ayrı düşmenin değil, yan yana kalabilmenin olanağı haline getirebildiler. Şunu bir kere daha gördük: Siyaset bir düşmanla mücadele içerisinde gerçekleştiği anda gerçek, sahici bir edim oluyor.
* * *
Hiç şüphesiz ki Gezi geçmiştir, bir daha yaşanmayacaktır. Gezi’nin muadili olarak yaşanabilecek başka ayaklanmalar, toplumsal kalkışmalar farklı koşullar altında ve biçimler içerisinde gerçekleşecektir. Zira Gezi olduğu andan itibaren zaten koşulları değiştirmiştir. Bugünün iktidarı bu yeni koşullara kendisini yeniden uyarlamış, kendince ev ödevini layığıyla yerine getirmiştir. Mesele toplumsal ve siyasal muhalefet güçlerinin, Gezi’nin ortaya koyduğu yeni koşullar içerisinde ve yukarıda açıklamaya çalıştığımız ölçütler çerçevesinde kendi ev ödevini yapıp yapamayacağıdır.
Liberal demokratlardan bir hayır çıkmayacağını biliyoruz. Sosyalist demokrat diye bir özne kurabilecek miyiz, ona odaklanmak lazım.