‘Söz, yetki, karar, iktidar halka!’, ‘Üreten biziz, yönetende biz olacağız’ gibi sloganlar bir dönemin devrim ve demokrasi mücadelesi içinden süzülen sloganlardı. Sonra yakın süreçte Haziran İsyanın içinde taşıdığı bir dizi demokrasi talebi ve sloganı söz konusu oldu. Ve ardından bu talepler belirli düzen içi demokrasi anlayışlarının hegemonik etki alanında soğrulmaya çalışıldı. Ne yazık ki güçlü bir ideolojik konumlanışa sahip olmayan devrimci sol hareketin her düzeydeki etkinliği ve emeği sol yada sağ egemen anlayışlarca oldukça kolayca emilip dönüştürülebilmektedir.
Devrimciler açısından demokrasi talebi ve mücadelesine nasıl yaklaştığımızı doğru devrimci bir çizgi üzerinden tanımlamadıkça demokrasi talebinin tarihsel olarak politik örgütsel konumlanışları aşındırabilecek ideolojik sapma ve kafa karışıklıklarına yol açan bir karakteri var. Eğer ilişkilerimiz içerisinde demokrasinin ve demokrasi mücadelesinin ne olduğunu, aktüel gündemlerin önümüze çıkardığı sorunlara bizim nasıl tavırlar geliştireceğimizi bilemezsek egemen ideolojiler ya da onların sol içindeki uzantısı olan reformist, revizyonist akımların anlayışlarınca emilme tehlikesi vardır. Hayalet Komite tam da böylesi tehlikeleri bertaraf etmek mücadeleyi bulanıklaştıran anlayışlarla ideolojik-politik bir savaş sürdürmenin aracı olarak konumunu almıştır.
Siyaset bir güç ve hak alanıdır. Güç ilişkilerinin tarihsel kuruluşuyla biçimlenen siyasetin kuruluşundaki güncel bağıntıları keşfedebilmek için yöntemli bir bakışa ihtiyaç var. Komünist Manifesto’da ortaya konulan “bugüne kadar bütün insan cemiyetlerinin tarihi, sınıfların kavgaları tarihidir” argümanı sorunu ele alış tarzında bir ağırlık noktası ve genel bir eğilim oluşturmak açısından oldukça elverişlidir. Elbette ki hiçbir yöntem ya da hiçbir ilke tek başına her şeyi açıklayamaz, tek başına hiçbir yöntemin ya da ilkenin mutlak geçerliliği yoktur. Böyle varsaymak idealizmdir, sekterliktir. Bu tarihin nesnel doğasına aykırıdır. Yine de siyasi durumu tarihsel kuruluşuna uygun olarak kavrayabilmek açısından genel bir eğilimden hareket edilebilir. Demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi kavramlara ilişkin muğlaklık ancak bu yolla aşılabilir gözükmektedir.
Biçimsel demokrasi, burjuva demokrasisi, radikal demokrasi, liberal demokrasi ya da sosyalist demokrasi. Bu demokrasi yaklaşımları arasında güç ilişkilerinin tarihsel olarak yorumlanması ile koşullu farklılıklar vardır. Bu aslında güç ilişkileri açısından bir sınır tartışmasıdır. Güç ilişkilerinin yani sınıfsal ilişkilerin küresel ölçekte kuruluşuyla yerel düzlemde kuruluşu arasındaki ayrım demokrasinin içeriğini belirler. Dolayısıyla demokrat olmak tek başına bir ideolojik çizgiyi ifade etmez. Olsa olsa küçük burjuva bir siyasetsizliğin ifadesidir. Yurttaşlık ve hukuki eşitliğe dayanan demokrasi ise burjuva demokrasisidir. Oysa sınıflı toplumlarda yurttaşlık durumu ile sınıfsal durum birbirinden bağımsız biçimde inşa edilir. Bu çelişki kapitalizmde gizemli bir hâl alır. Temsili, biçimsel demokrasi bu çelişki ve gizem üzerine yükselir: “Kapitalist demokraside, yurttaş statüsü ile sınıfsal konumu arasındaki ayrılık iki yönde işler: Toplumsal ve iktisadi durumu yurttaşlık hakkını belirlemez ve kapitalist demokraside, demokratik olan budur. Ancak kapitalistin, işçilerin artı-emeğini sömürme gücü, ayrıcalıklı yasal veya yurttaşlık konumuna bağlı olmadığı için yurttaşlık hakları bakımından eşitlik, sınıf eşitsizliğini doğrudan etkilemez veya değiştirmez ve bu, kapitalizmdeki demokrasiyi sınırlandırır. Sermaye ile emek arasındaki sınıf ilişkisi, yasalar önünde eşitlik ve evrensel oy verme hakkıyla birlikte var olur. Bu anlamda, kapitalist demokrasideki siyasal eşitlik, sadece sosyoekonomik eşitsizlikle birlikte var olmakla kalmaz, sistemi temel olarak bozmaz” (Wood, Kapitalizm Demokrasiye Karşı, s. 247). Peki bu durumda hangi demokrasi ve nasıl?
Devrimci gücün inşasında demokrasinin yeri açısından sadece teorik bir ayrım ortaya koymanın bir hükmü yoktur. Burada kritik olan, sınıfsal düzlemde inşa edilen hareketin, çıkar ilişkilerini doğru biçimde organize edebilmesi ve terkip edebilmesidir. Sınıfsal çıkarın politik bir güce dönüşmesi ve politik bir güç olarak tezahür etmesi esastır. Devrimciler-komünistler bu uğrakta durur. Bu politik gücün ve iradenin sınıfsal muhtevası öznel bir tercih değil nesnel bir gerçekliktir ve dolayısıyla nesnel-ekonomik temellere dayanır. Karşı-hegemonya da mevcut egemen ilişkinin tersine çevrilmesi ve parçalanmasının ifadesidir. Karşı-hegemonyanın kuruluşu ve iktidar mücadelesi sınıflar arası ilişkilerin oluşturduğu gerçeklikten bağımsız değil bu gerçekliğe içkindir. Öyleyse salt demokratlık ya da radikal demokratçılık bu hegemonik ilişkileri ve temelde de sınıfsal çelişkileri yok saydığı için sözde evrensel bir formdan ibarettir.
Demokrasiyi savunurken diğer demokratik yaklaşımlara karşı devrimci ya da sosyalist demokrasi talebini ortaya koymak yeterli olmayacaktır. Dahası bu talebin siyasal özneleri sorunu da güncelliğini korumaktadır. Politik bir gücün hegemonyasının inşasında devrimci özne sorunu ve öncü sorunu oldukça önemlidir ancak bu sorun sınıf ilişkilerinin bütünsel kavrayışından bağımsız değildir. Devrimci özneye dair niceliksel ya da niteliksel bir sınıflandırma yapmak güçtür. Zira hegemonik bir iradenin kuruluşu sadece ekonomik ilişkilerin ezilenler lehine düzenlenmesine indirgenemez, “aynı zamanda mülksüzleri kendilerini kendilerini varlıklı sınıfa satmak zorunda bırakan toplumsal düzeni ortadan kaldırma mücadelesini de yönetir” (Lenin). Toplumun bütün sınıflarıyla organik bir ilişki içinde olan örgütsel yapı, her yerde ve her anda devrimci imkânları derinleştirmeksizin ve inşa etmeksizin var olamaz.
Sosyalist olmayan tüm demokrasi biçimlerine, devrimci olmayan tüm koşullara kapılar kapatılacak mı? Bu elbette ki dogmatizm olur. Tarihi ve toplumu bir bütün olarak kavramaksızın, reformların ve burjuva demokrasinin gelişmesini bu bütünün birer bileşeni olarak görmeksizin sosyalist demokrasinin gerçekleştirilmesine dair bir imkân yaratılamaz. Buradaki temel eğilim bu bütündeki çelişkilerin gün yüzüne çıkarılması için politik bir derinleşmenin ve yoğunlaşmanın sağlanabilmesidir. Bu da toplumun her kesimi ile politik bağlar kurmakla mümkündür. Bu ilişkilerin muhtevası demokratiktir, bu minvalde kurulacak tüm örgütsel bağlarda gerçek demokrasi tesis edilir. Ne var ki bu ilişkilerin oluşturduğu devrimci irade hegemonik olmalıdır. Yani belli bir iradenin kuruluşunu amaçlamalıdır. Mutlak demokrasi, mutlak otonomi ya da özerklik gerçeklikle tutarlı olmadığı gibi bu tarz demokrasicilikle her zaman mücadele edilmelidir. Bu tarz bir demokrasi hareketsizliğin bahanesidir. Tüm toplumsal kesimlerin demokratik kararları oluşana değin bekleyelim!
Demokrasi tartışmalarında sistematik bir kavrayışa sahip olabilmek için ekonomi ile politika arasındaki ayrıma dikkat çekmekte yarar var: “siyasal demokrasi, toplumsal bir sistemin yalnızca bir doruk noktasıdır, ve bu sistemin diğer unsurları ise şunlardır: ekonomiyle politika arasında yapılan ideolojik ayrım, küçük burjuvazinin büyük bir kesimini maddi ve ahlaki açıdan devletin devamıyla ilgili kılan bürokratik bir devlet aygıtının yaratılması, burjuva parti sistemi, basın, okul, din, vb. bunların hepsinin –az çok bilinçli bir işbölümüyle- izlediği amaç ise: nüfusun ezilen sınıfları arasında, onların kendi sınıf çıkarlarına denk düşen bağımsız bir ideolojinin oluşmasını engellemek; bu sınıfın tek tek üyelerini, birey olarak, salt “yurttaş” olarak, tüm sınıfların üzerinde hüküm süren soyut bir devletle ilişki içine sokmak; bunları sınıf olarak örgütsüzleştirmek ve onları burjuvazi tarafından kolayca yönlendirebilecek atomlar halinde unufak etmek” (Lukacs, Lenin’in Düşüncesi). Demokrasi ya da başka bir politik araştırmada bakış açısının yerleşeceği zemin, tarihsel sınıf ilişkileri ve sınıfsal çatışmadır. Her şey bu yöntemle açıklanamaz ancak bu yaklaşım olmadan da nesnel eğilimler oluşturulamaz. Liberal, radikal ya da temsili demokrasinin çelişkisi sınıf ilişkilerini göz ardı etmesi ve ekonomi ile politika arasındaki özsel bağı göz ardı etmesidir. Zira bu bağın göz ardı edilmesi sivil toplum ile politik toplum ayrımının toplumsal yapının doğasında varsayılmasına ve devletin mutlaklaştırılmasına neden olur. Dolayısıyla temsiliyet de kalıcılaşır.
Toplumun ekonomik ya da politik oluşum koşullarını kendi doğasına uygun biçimde anlayabilmek için güç ilişkilerine bakılması kaçınılmazdır. Demokrasi talebi de güç ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. Şayet tarih sınıf mücadelelerinin tarihi ise bu mücadeleden ve güç ilişkilerinden bağımsız ve nihai bir amaç olarak demokrasi efsaneden ibarettir. Güce dayalı hegemonik ilişkilerin demokrasi yoluyla dönüşeceği bir düştür. Devrimci çizginin temel ilkesi gerçekliğin doğasını kavramak ve böylece gerçek bir hareketi inşa etmenin nesnel olanaklarını yaratmaktır. Gerçeklik birincildir. Devrimci hareket soyut imkânlar üzerine kafa yormaz, gerçeklikteki imkânlar ve eğilimler üzerine kafa yorar, bu imkânları derinleştirir ve edimselleştirir. Dolayısıyla ne demokrasi konusunda ne de mücadele biçimi konusunda katı, mutlak ve değişmez unsurlara sarılmaz. Farklı karakterdeki mücadele biçimlerini birleştirme yeteneğine sahip olan hareket devrimcidir.
Demokrasi tek başına kolektif olana vurgu yapmaz. Kolektif olanın kuruluşu sömürü ilişkilerinin nesnel doğasını kavramayı öngerektirir. Oysa burjuva hukukunda demokrasi sınıf ilişkileri açısından değil yurttaşlık üzerinden tanımlanır. Liberal, temsili demokrasinin ya da burjuva demokrasisinin sınıfsal muhtevasını teşhir etmeden, demokratik taleplerin kolektif olarak ortaya çıkması için çaba sarf etmeden demokrasicilik yapmak lafazanlıktır. Elbette ki demokrasi sosyalist hareketin ilkelerinden biridir ancak sosyalizm demokrasiden ibaret değildir. Devrimci hareket sınıfsal gücün ve hegemonyanın kuruluşu açısından politik merkezi bir harekettir ve biteviye demokrasi vurgusu gerçekliğe uygun değildir. Ancak bu demokrasi karşıtlığı değil bilakis demokrasinin toplumsallaşmasının ve örgütsel ilişkilere yerleşmesinin tarihsel koşuludur. Tek başına demokratlık siyasetsizliğin ve ilkesizliğin bir başka ifadesidir.
Ekonomi ile politika arasındaki bağlaşık ilişkiyi kavramadan devrimci bir hareketin bütünselliği inşa edilebilir gözükmemektedir. Devrimciler, demokrasi tartışmalarını bu bütün içinde değerlendirilmelidir. Zira demokrasinin gelişkin olduğu ülkelerdeki ideolojik ve devrimci hareketlerin durumu ortadadır. Demokrasinin görece gelişmişliği sınıf ilişkileri açısından hiçbir devrimci güvence temin etmez. Demokrasinin gelişkin olduğu ülkelerde devletin otoritesi azalmamıştır aksine artmıştır, artmaktadır. Sürecin bütünlük içinde kavranması ve politik-ideolojik stratejinin buna göre form kazanması devrimci bir hareket için kaçınılmazdır. Nihai olarak hareketi demokrasi gibi tek bir kategoriye indirgeyen bir hareketin devrimle hiçbir ilgisi olmadığı gibi bu tarz anlayışlar aynı zamanda devrim önünde engel teşkil etmeye devam etmektedir. Zira tek bir kategori ya da ilke ile her şeyi açıklama çabası hareketsizliğin en bildik formülüdür.
Son iki not:
Doğrudan demokrasi ya da Kürt Hareketi’nin kantonlar pratiği üzerinden somutluk kazanan “radikal demokrasi” anlayışlarını yukarıdaki çerçeve üzerinden değerlendirmekte fayda var. Kantonlarda geliştirilen demokrasi pratiği bölge egemen yapısını çözücü, yıkıcı bir nitelik taşıdığından dönemsel olarak devrimci bir içeriğe sahiptir. Bunu ayrıca açacağız. Ancak bu anlayışı HDP zemini üzerinden Türkiye’deki demokrasi ve devrim mücadelesine tahvil etme çabası bir tür çağdaş sosyal demokrasi girişimidir. Ve solun devrimci karakterinin düzen içi bir düzlemde soğrultulmasından başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Doğrudan demokrasi anlayışı ise kuşkusuz dönemin toplumsal siyasal örgütlenmelerinde özyönetimci yaklaşımları geliştirmek açısından oldukça güçlendirici bir devrimci misyona sahipken, devlet ve sermayeye karşı devrimci bir hareketin gelişiminin ihtiyaç duyduğu özelliklerin yerine bu anlayışın dayatılmasının reformizmi türeteceğini de göz ardı etmemek lazım.