Herhangi bir konuda bir değerlendirme yaparken konunun bütününü oluşturan etkenleri ve bu etkenler arasındaki ilişkileri görmek oldukça önemlidir. Güncel toplumsal değerlendirme özgül olarak seçimler üzerinden gelişse de bu değerlendirmeler salt seçimler üzerinden yapılabilir gözükmemektedir. Ortaya çıkan sonuç onu ortaya çıkaran tarihsel ve toplumsal nedenler aracılığıyla kavranmalıdır.
Son 12 yıldır dünya ölçekli ekonomik ilişkilere uyumu açısından -ideolojik olarak yer yer uyumsuzluk gösterse de- AKP’nin bir alternatifi söz konusu değildir, geliştirilememiştir. Yaklaşık 12 yıllık geçmişinde toplumla bağlarını iyiden iyiye geliştiren AKP, birçok siyasi partinin ve birçok siyasi oluşumun yapamadığını yaparak önemli bir toplumsal itibar kazanmıştır. Bu sürecin daha gerisi de düşünüldüğünde AKP, sağ siyasetin yenilenmesine neden olduğu kadar sağın güncel dünya ekonomik ve politik hareketine uygun yeni bir ideolojik temsildir. Elbette ki AKP açısından bu süreç bütünüyle ideolojik bir tutarlılık içinde gerçekleşemese de, başarısının özü toplumla kurduğu aktif bağla teşkil edilmiştir. Bu bağı oluşturan formların kuruluş tarzının demokratik ya da özgürlükçü olup olmadığı ayrı bir tartışmadır. Önemlidir. Ancak AKP’ye karşı oluşan bu itibarın ve güvenin nesnel nedenleri vardır. Birçok siyasi partinin ve örgütün yüz yüze bile gelmediği insanlarla kömür, makarna gibi araçlarla bir ilişki geliştirilmesi bile toplum nezdinde bir ilişkisizlikten daha kıymetlidir. Toplumsal refleks doğrudan ilişki yoluyla gelişir ve bu doğrudan ilişki siyasette kurucu unsurdur. Toplumsal ilişkilerde de kişisel ilişkilerde de –hangi biçimde olursa olsun- insanların varlığını olumlayan ilişki tarzları güvenin ve inancın temelini oluşturur. Burada zorlu olan süreç, insanların gerçek yararını ve özgürleşmelerini sağlayacak sınıfsal temelde politik ilişkilerin kuruluşudur. Şayet bu yönde ilişkiler geliştirilmiyorsa ortaya çıkan sağcılaşmanın, muhafazakârlaşmanın, -insanların eşitsizliğe, hukuksuzluğa ve ahlaksızlığa karşı çıkmaması anlamında- yozlaşmanın karşısında şaşırmak kolaycılık olacaktır. Dolaysız bir toplumsal ilişki geliştirmeksizin, yani nedenleri inşa etmeksizin ortaya çıkan sonuçlara şaşırmak Lenin’in deyimiyle “cehenneme götürecek bir iyi niyet”ten ibarettir.
gezi’den sonra…
Toplumun farklı kesimlerini bir araya getiren Gezi direnişi, birçok insanda bir şeylerin değişmesi gerektiğine ilişkin inancı ve coşkuyu artırsa da, radikal toplumsal dönüşümlerin kısa vadede gerçekleşemeyeceği olgusundan hareket etmekte yarar vardır. Gezi, kentsel bir harekettir ve kimi nüveler içerse de sınıfsal bir hareket değildir. Sadece Gezi üzerinden yaratılacak bir toplumsal dönüşüm beklentisi ancak hayal kırıklığı yaratır. Ne kadar güçlü olursa olsun ve ne denli büyük bir toplumsal ölçekte gerçekleşirse gerçekleşsin sınıfsal olmayan ya da önünde-ardında toplumsal hareketleri taşımayan, yani sürekliliği olmayan bir hareketin toplumsal dönüşüme yol açacağı beklentisi beyhudedir. Bu beklenti politik ve toplumsal yapıların tarihsel kuruluşu temeliyle çelişiktir. Son bir yıldır kimi muhalif hareketlenmelere, siyasette yaşanan yolsuzluk krizlerine bakarak AKP’nin bitişini bekleyen ve bu bitiş için de önemli oranda CHP’ye – bazen de cemaate – bel bağlayan solun ve sosyalist hareketin karşısına çıkan tablo ne AKP’nin bitişi ne de diğer düzen siyasetlerinin çözülüşü olmuştur. AKP’nin politik başarısı için de CHP’nin başarısızlığı için de birçok tarihsel neden mevzu bahistir. Seçimlerin ortaya çıkardığı en önemli gerçek ise sosyalist hareketin neredeyse yok düzeyde erimiş olmasıdır. BDP-HDP çizgisinin başarısı –son dönemlerde kimi sosyalistlerin iştirakiyle hiçbir özsel bağıntısı olmayacak biçimde- son dönemle sınırlı değildir. Bu başarı, 30 yılı aşkın ve bilfiil sürdürülen bir mücadelenin tarihsel sonuçlarıdır. Sosyalist hareketin buradan çıkaracağı sonuç, politik bir gücün oluşmasının sürekli ve bilfiil bir çabayı gerektirdiğidir.
Toplumsal hayatın kuruluşuna katılmadan yaratılan politik hareketler talidir. Bu hareketler popüler olabilir dahası kimi dönemlerde yükselebilir ancak kök salamazlar. Politik bir hareket tarihsel ve toplumsal köklere sahip olduğu oranda sürekli ve kalıcıdır. Bu köklerin oluşumu tarihsel ve toplumsal birikime bağlı olduğu gibi, bu birikimin politik bir irade olarak kuruluşunu da zorunlu kılar. Güncel olarak bakıldığında bu birikimin nesnel koşulları her yerde mevcuttur. İşsizlik ve güvencesizlik kitlesel ölçektedir. Kapitalizmin yarattığı sömürü gün be gün yoğunlaşmakta, kapitalistler emek gücünü asgariye indirmeye, dahası yok düzeye çekmeye çalışırken keyfi biçimde işten çıkarmalar, kesintiler, güvencesizlik, hukuksuzluk, baskı, taciz, iş kazaları ve cinayetleri artarak devam etmektedir. Böylesi bir toplumsal yozlaşmanın yaşandığı dönemde insanların geleceğe dair beklentileri de bu duruma göre belirlenir. İnsanlar doğal olarak özsel çıkarlarını değil, gündelik çıkarlarını düşünür. Toplumu sınıfsal ilişkiler ve sınıf çatışmaları temelinde değerlendiren politik ve ideolojik bir hareketin görevlerinden birisi ise dolaysız ve sürekli bir örgütlenme çabası ile bu çıkarın sınıfsal ölçekte tanımlanmasını sağlamaktır. Bu uzun ve zorlu bir yol olduğu kadar sürekli ve sürekli kendini yenilemesi gereken bir örgütsel formu zorunlu kılar. Şimdi güncel sorun, ikircikli olmayan, “kendiliğindencilik mi iradecilik mi” ikilemine düşmeyen, her yerde bilfiil ilişki kurabilecek politik ve ideolojik unsurlar geliştiren, toplumsal ilişkilerin içinden kurulacak ilişkiler ile örgütsel yapıyı güçlendiren bir hareketin yaratılmasıdır. Dolaylı ya da dolaysız emek sürecinin gerçekleştiği tüm kurumların, işyerlerinin, fabrikaların, hukuki, eğitimsel, yazınsal, bürokratik tüm ağların, sendikaların ve özellikle gençlerin bu örgütlenmenin bir parçası haline getirilmesi sağlanmadan ve bu ağların her birini kullanmaksızın politik ve ideolojik bir gücün oluşturulması mümkün gözükmemektedir.
sonuç olarak
Peki, AKP’nin ideolojik ve politik sürekliliği, AKP’nin kapitalist ilişkilerin yeniden kuruluşu açısından üstlendiği rol düşünüldüğünde her şey yolunda mı gözüküyor? Kapitalizmin dünya ölçeğinde yarattığı toplumsal ve ekolojik krizler yoğunlaşıyor. Bu krizler değişik biçimlerde de olsa iktidar krizlerine de yansıyor. Diğer taraftan politik dönüşümlerin kapitalizmin uluslararası hareketi ile birlikte düşünülmesi ile bu krizlerin yarattığı durumların örgütlenme için yeni olanaklar yarattığı da gün yüzüne çıkacaktır. Bu olanakların sınıfsal bir muhtevayla edimselleşmesi, devrimci bir tarzda bir araya getirilmesi ve bu yönde bir ideolojik güç oluşturulması -şimdiden itibaren- çıkarları ve ihtiyaçları aracılığıyla sınıfla kurulacak dolaysız bir bağı zorunlu kılmaktadır. Sosyalist hareketin toplumun çıkarlarına ve ihtiyaçlarına karşı şimdiye değin gösterilen atıllığı devam ettiği sürece toplumun daha da muhafazakârlaşması ve -aktörleri değişse de- sağ ideolojinin yükselmesi önünde hiçbir engel yoktur. Bu durum AKP’nin son dönemde yaşadığı krizlerin sonlandığı anlamında anlaşılmamalıdır. Unutulmamalı ki krizler bir birikimin tezahürüdür. Sosyalist hareketin krizi ise sadece AKP’nin zayıflamasından medet ummakla yetinmek, toplumsal dönüşümü AKP karşıtlığına indirgemek ve bu karşıtlık üzerine siyaset inşa etmektir.
Burada yapılan genel değerlendirmeler her şeyin olumlu ya da olumsuz gittiği gibi genel bir yargıya neden olmamalıdır. Anlatılmaya çalışılan, sahip olunan beklenti durumu ile gerçekliğin örtüşmesinin temelinin, bu beklentiyi yaratan fikri durum ve bu fikrin nesnel gerçekliğe uygunluğunda yattığıdır. Spinoza, bir duygunun içeriğini bir fikrin, bir fikri ise bedenin hallerinin oluşturduğunu söyler. Beden ise gerçeklikle kurulan dolaysız bağdır. Dolayısıyla gerçek politik değerlendirmede, değerlendirmeyi yapanın beklentisi ya da duygu durumu değil, gerçek toplumsal ilişkiler esastır. Toplumsal gerçekliğin dönüşümü ise toplumla dolaysız ve güncel bağların yeniden ve farklı biçimde kuruluşuyla mümkün gözükmektedir.