Şimdi Marx – Sevinç Türkmen

“Marx’ın kerameti şeylerin karmaşık yüzeylerinden sistemin yüreğine inmek ve mantıksızlığın mantığını, saçmalıkların akla uygun hallerini araştırmaktır” D. Bensaid

Yaklaşık 200 yıl önce doğan Marx, kendinden sonraki felsefi ve politik gelenekleri derinden etkilediği gibi yöntemi ve kavrayış tarzıyla kendinden önceki felsefi ve bilimsel yaklaşımları da yeniden değerlendirme olanağı sundu. Marx bu etkileşim içinde felsefeyi de yeniden tanımladı: Felsefe praksistir. Bu nedenle praksis araştırması Marx’ın kavrayışındaki özü teşkil eder. Zira bu kavrayış kendini özgürlük hedefine kilitler. Başından sonuna değin, gece gündüz demeden, hasta ve yorgun çalışmaya devam ederken, “sürekli olarak mezarımın hemen kenarında dolanıp duruyorum” dediği zamanlarda da Marx’ın varolma arzusunu belirleyen ve canlı tutan özgürlük sorunu olur. Doğa ile insan, beden ile ruh, birey ile toplum, sonlu ile sonsuz arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırabilmenin sorumluluğunun anbean hissedildiği bir yaşamdır Marx’ınki.

Neden Marx, neden şimdi? Çünkü varolan tarihsel koşulları ve olanakları kavramak açısından Marx’ın düşüncesiyle derinleştirilmiş yeni bir yöntemin ve praksisin inşasına ihtiyaç var. Bu ihtiyaç, Marx’ın kavrayışının ve yönteminin özümsenmesi ve aşılması ile tedarik edilebilir gözüküyor. Her ne kadar Marx’ın kavrayışına atfedilen genel olarak diyalektik yöntem olsa da Marx tek bir yöntemle hareket etmez. Marx diyalektik yöntemi yaratıcı biçimde analitik, eleştirel ya da sentetik yöntemlerle bir arada kullanır. Emek, değer, yabancılaşma, üretim gibi kategoriler hem birbiriyle zorunlu bir bağıntı içinde hem de kendi özgül oluşum koşulları içinde ele alınır. Marx’ın yönteminin tarihsel izleri de bu yaratıcılıkta gizlidir. Bu sorunların üzerine ve Marx’ın bu konuda yazdıklarına dair birçok şey söylenebilir ve yazılabilir. Ne var ki Marx’ın kavrayışındaki özgünlüğe nüfuz edilmeksizin bu kavrayışın bütünselliği ve yaratıcılığını görmek güçtür. Ve bunu görmeksizin bu kavrayıştan yararlanmak ve Marx’ın düşüncesini güncel biçimde yeniden yaratmak da mümkün gözükmüyor.

Felsefeden bilime, bilimden felsefeye, emekten değere değerden özgürlüğe tarih aracılığıyla biteviye geçişler gerçekleştiren Marx’ın kavrayışı farklı yolların ve farklı düzlemlerin sürekli kesiştiği uğraklarla doludur. Düşüncenin bir yandan genişleyen ve bir yandan da ileri doğru atılımlar gerçekleştiren sonsuz ve yaratıcı akışının ifadesidir bu. Ve bu düşüncenin döne döne vardığı yer aynıdır: özgürlüğün olanağı. Dolayısıyla Marx’ın kavrayış tarzı ve yöntemi tüketilmeye, tamamlanmaya, nihai bir hedefi gözetmeye uygun olmadığı gibi özgürlüğün sonsuzlukla özsel bağıntısının kanıtıdır. Ve bu nedenle özgürlük sorunu bir varoluş sorunu olarak ele alınır. Ancak doğal ve toplumsal, ruhsal ve bedensel varoluşun çelişkisiz biçimde geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi olarak özgürlükten bahsedilebilir. Ne var ki özgürlük ne bir tamamlanmayı ima eder ne de tek boyutlu biçimde düşünülebilir. Marx özgürlük araştırmasında bu çok boyutlu kavrayışı ifşa eder.

Özgürlük felsefenin, politikanın ve ekonominin kesişim noktasında durur. Bu nedenle özgürlük sorunu çok boyutlu bir kavrayışı ve yöntemi gerektirdiği gibi felsefenin, politikanın ve ekonominin de başka bir yöntemle yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılar. Marx bu bütünselliği temin edecek yöntemi tesis ederken önyargısız biçimde doğa ve insanlık tarihine geri döner biteviye. Bu geri dönüşün felsefi ve bilimsel olmak üzere iki boyutu vardır. Ne var ki Marx, kavrayışındaki bütünselliği felsefeye borçludur. Marx’ın hareket noktası felsefedir. Filozofun daha doktora tezinde rastlantı ve zorunluluk üzerine çalışması, ilk yazılarında doğaya ve insana dair sıkça kullandığı ontolojik göndermeler rastlantısal değildir. Kuşkusuz Marx bir yandan felsefi bir eleştiri geliştirirken bir yandan da felsefeyi yeniden tesis eder. Felsefenin de devrim gibi gerçekliği yeniden yaratma olduğu ve bu nedenle sonsuz bir çabayı içerdiği kuşku götürmezdir filozofa göre. Bu sonsuzluk -Marx’ın da ifade ettiği gibi- bizim doğal ve toplumsal varoluşumuzun evrenselliğinden ileri gelir. İnsan, bedenine ve zihnine olan gerçek güveni ve olumlamayı ancak bu evrensel varlığını hissedebilirse ve deneyimleyebilirse sağlayabilir. Tam da bu uğrakta politika durur. Dolayısıyla Marx’ın devrim ve komünizm fikrini olgunlaştırırken doğa ve insan doğası üzerine düşünmesinin haklı nedenleri vardır. Bu nedenleri ve bağlantıları görmeksizin Marx’ın düşüncesini kavramaya çalışmak beyhude bir çabadır. Tarihsel olarak ve kaçınılmaz biçimde kendini dayatan, Marx’ın metinlerine bütünsel ve eleştirel biçimde yeniden dönmek, bu düşünceyi layıkıyla kavramak ve yeniden yaratmaktır.

Marx’ın kavrayışının gücü sadece onun yönteminden ileri gelmez. Marx’ın kavrayışındaki yaratıcılığın ve derinliğin –özellikle bizim topraklarımız açısından- hâlâ keşfedilmemiş yanları mevcut. Günümüz açısından Marksist düşünceyi bir adım ileri taşımak Marx’ın yöntemine uygun biçimde Marx’a ve Marksist metinlere yeniden dönmeyi zorunlu kılıyor.  Ancak unutmamakta yarar var ki sadece yeni bir fikrin yaratılması ve anlamaya dönük bir geri dönüş değildir bu. Zira fikir tek başına amaçsızdır: “Fikirleri iyi bir sonuca vardırmak için, pratik bir gücü kullanan insanlar gerekir”. Ne var ki fikir ile gerçeklik arasındaki bağın neliği, bu binlerce yıldır çözülemeyen bilmece metafizik bir araştırmadan ibaret değildir. Gizem yoktur, mucize yoktur, bilinemezcilik yoktur. Bu sorun, ideoloji, yabancılaşma, özgürlük gibi sorunların temel teorik uzantılarından biridir. Tarihsel ve ontolojik bir sorundur. Marx’ın kavrayışındaki zenginliğin kaynağı da bu çok yönlülükte ve dayanakların araştırılmasında yani kendi deyimiyle “şeylerin kendilerini, yani iç bağlantılarını araştırmak”ta yatar. Bu perspektif düşüncenin ve kavrayışın mutlaklığını reddeder. Marx tam da bu nedenle –bilhassa son yazılarında- eğilimin yasasını keşfetmenin önemine sıkça vurgu yapar. Zira eğilimin yasası devrimin ve komünizmin varlık nedenlerini teşkil eder. Her yönüyle çelişkinin ve eğilimin yasasını araştırmak Marx’ın devrim fikrinin öncülüdür. Marx bu anlamda önemli bir teorik sıçrama gerçekleştirir ve Lenin bu sıçramayı “pratiğin ateşi”nden geçirir. Ve şimdi bir adım daha ileri gitme vakti..

Şayet en genel düzeyde tarih sınıf mücadeleleri ile ele alınmak zorundaysa ve özgürleşmenin koşulu bu en genel düzeyi kavramaya ve dönüştürmeye bağlı ise Marx’ın bıraktığı teorik zenginliğe nüfuz etmek kişisel bir sorumluluk olmaktan çıkıp evrensel bir ödeve dönüşür. Ki sadece mülkiyet ilişkileri ve insan türü ile sınırlı bir perspektif de artık “engelleyici” boyutlara sahipken bu ödev daha da kritik bir hâl alıyor. Zira tarihsel varlığımız ile doğal varlığımızı, özgürlük ile zorunluluğumuzu terkip edecek praksisin kuruluşu güncel bir sorun olarak ortada duruyor. Ve bu nedenle, şimdi devrim ve komünizm için kolaycılığa kaçmadan, günbegün bu fikre ve eyleme odaklanarak, yeniden ve yeniden Marx’a geri dönmek daha büyük bir önem arz ediyor.