Raşit Tükel Yazılır, Dayanışma, Mücadele, Zafer Okunur – M. Görkem Doğan

21 Aralık 2012 günü Prof. Dr. Yunus Söylet rektörlük seçiminde 1207 oy aldı. Maya takvimine göre dünyanın sonu gelmişti ama dışarıda İstanbul’un herhangi bir karlı günü geceye dönüyordu. İçeride, seçimin gerçekleştiği Cemil Bilsel Oditoryumunun kapıya göre sol tarafında yerleşen bir grup İstanbul Üniversitesi mensubu aldıkları 631 oyun pekala başarılı bir sonuç olduğuna kanaat getirdi. Sağlıkçılar, hükümet sağlıkta dönüşüm programını uygularken sevgili rektörlerinin kendi üniversite hastanelerini bunun dışında tutabileceği fantezisine inanmayı tercih etmişti. Geçmişte Alemdaroğlu’nu destekleyenler, Harun Cansız hocayı şeytanlaştıran kara propagandaya inanmayı, o türden insanlarda genelde görülen siyasi konformizm doğrultusunda, kendi konumları açısından daha uygun bulmuştu. Seçime doğru “ilerici” basındaki dostları utanmazca bunu açık da etmişlerdi zaten. Bu koşullarda alınan oy İstanbul Üniversitesi içinde ulaşılması gereken yerlere ulaşıldığını gösteriyordu. Bu zemin üzerinde bir mücadele çizgisinin inşası mümkün ve gerekliydi. Cemil Bilsel Oditoryumunun kapıya göre sol tarafındaki grup değerlendirme toplantısı tarihini kesti ve evlerine dağıldı.

Sağlıkta dönüşüm politikalarına karşı genel mücadelenin bir parçası olan İstanbul Üniversitesi mensubu sağlıkçılar yaz ortasından itibaren kendi aralarında bir süreç yürüterek rektörlük seçimine müdahale kararı almışlardı. Sosyal bilimler ve fen bilimlerinde ise gerek 50d karşıtı mücadelenin sıcak izlerini taşıyanlar gerekse de 12 Eylül’den beri kesintisiz süren YÖK karşıtı mücadelenin gediklileri açısından seçim sürecinde kötünün iyisini tercih etmek mevzu bahis değildi, biz oynamıyoruz demek de içlerine sinmiyordu. Fakat bir kazanım ihtimali olmadan motivasyon oluşmuyordu. Bu ortamda İstanbul Tabip Odası ve Eğitim Sen 6 nolu sağlıkçılarla diğerlerini bir araya getirdi, böylece sağlıkta dönüşüme karşı mücadele, bilimsel özerklik, kamusal eğitim ve akademide iş güvencesi mücadelesiyle buluşmuş oldu. Bu buluşmanın kendisi ve sonucunda ortaya çıkan programın üniversite kamuoyunda görünürlük kazanması hedeflenen esas kazanımdı. 631 oy zaten bu bağlamda bir başarı olarak değerlendirilmişti.

2013 yılının başında bu program doğrultusunda eğitim ve sağlık alanında mücadeleye birlik ve dayanışma içinde devam edebilmek amacıyla İstanbul Üniversitesi Demokratik Üniversite Girişimi kuruldu. Girişim iki hastanemizde, Avcılar, Bahçeköy ve Beyazıt’ta belli bir düzen içinde toplantılarına devam etti. Hem, Botanik Bahçesi örneğinde olduğu gibi İstanbul Üniversitesi mevzularına müdahale etti, hem de Üniversite Dayanışma Platformu’nun oluşumuna destek olarak mücadelesini İstanbul Üniversitesinin dışına taşımaya çalıştı. Girişimin çalışma tarzı ve programına dair değerli meslektaşlarım Alper Dizdar ve Güven Gürkan Öztan çok derinlikli analizler zaten yaptılar, dışarıdan izleyen biri olarak Deniz Yıldırım’ın tespitleri de yerindedir; ben bu konulara daha fazla girmeyeceğim.

2015’in ilk aylarında İstanbul üniversitesinde özellikle sağlıkçılar arasında göz boyamaya daha fazla devam etmek artık mümkün değildi. Yunus Söylet hoca da bu koşullarda kendisi açısından rasyonel olanı yaptı ve mebusluğu İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne tercih etti. Girişim olarak iki yılın sonunda üniversitemizdeki ilişkilere hakimdik, hemen hazırlığa giriştik ve hızlı bir seçim süreci öngördük fakat bir baskın seçimle karşılaştık. Programımız belliydi, ülkemiz toplumsal muhalefetinin eğitim ve sağlıktaki piyasacı dönüşüme ve bilimsellikten uzaklaşmaya karşı mücadelesinin köşe taşları, zaten içinde olduğumuz o kavga, bizim programımızdı, üstüne kuş kondurmadık. Aday tartışması yapmaya fırsat bulamadık aslında zaten adayımız vardı. Katılımın geçen sefere göre biraz düşeceğini tahmin ettik, dokuz yüz bin iki yüz bandında ve bin iki yüze yakın olduğumuzu da biliyorduk. Farkı iki sağ adayın o kümedeki oyları nasıl paylaşacağı belirleyecekti.

12 Mart 2015 günü Cemil Bilsel Oditoryumunun kapıya göre sol tarafına yerleştik ve beklentimizin üst bandının da biraz üstünde oy aldık. Yirmiyi aşkın oy hocanın soyadı yanlış yazıldığı için (genelde Tükel yerine Türkel ve birkaç Tikel) geçersiz sayıldı, dolayısıyla Söylet’in 1207’sini aslında geçtik. Seçimden sonra kamuoyunda yapılan SYRIZA benzetmeleri bu anlamda geçerliydi, üniversitede piyasacı dönüşüme (ve kuşkusuz kadrolaşmaya) karşı bir tepki vardı ve bu tepki Girişimin siyasi çizgi adaylığına desteğe dönüşmüştü. Bu defa değerlendirme toplantısının tarihini kutlama da kestik. Daha o gece seçimin sonucunun, programımızın doğal müttefiki olan tüm kesimlere enerji taşımasını sağlamasına yönelik bir çalışma yapılması gerektiğine, özellikle 7 Haziran gündemini düşünerek, karar verdik. Kuşkusuz oy veren meslektaşlarımıza saygı gereği seçim sürecinin gereklerini de yerine getirdik, getiriyoruz. Ama kimsenin aklına Ankara’da kulis yapmak gelmedi. Bizim mücadele alanımız İstanbul Üniversitesinde, mücadele konumuz da bir koltuğu elde etmek değil yüksek öğretimde bir değişimin fitilini ateşlemek ve eğitim ve sağlık alanındaki saldırıya set çekmek. Rektörlük seçiminin geri kalan aşamalarını da bu temelde yürütmeye devam ettik.

Bugün gelinen noktada özellikle piyasacılığa ve bilimsellikten uzaklaşılmasına karşı mücadele yürüten geniş kamuoyuna doğru mesajın verilebildiğini görüyoruz. Üniversitelere siyasi otoritenin kanıksanan müdahalesini de kısmen sorgulanır hale getirdik. Cumhurbaşkanının ataması sonrası bu noktada başka bir testten daha herhalde geçeriz. Fakat esas direniş yüksek öğretimde, sağlık eğitiminden başlayarak uygulanmak istenen dönüşüm kapsamında gündeme gelecek olan İstanbul Üniversitesinin tasfiyesine karşı mücadelede gerçekleştirilecek. Girişim bugünden bu noktadaki tahkimatını hazırlıyor. Seçim sürecinde Botanik Bahçesinin ve Veterinerlik fakültesinin yetiştirme çiftliğinin akıbetini gündeme getirdik. Hastanelerin binalarından başlayarak çürümeye terk edilmesi zaten sürekli konumuz. Bu uzun vadeli meselelerin yanında seçim zaferini burnumuzdan getirmek amacıyla arkadaşlarımıza yönelecek olası bireysel baskılara karşı da dayanışmamızı güçlendirmeye hazırlanıyoruz. İdari personelden başlayarak planlananların farkındayız. Girişim kurulduğu andan itibaren kısa vadeli değil stratejik hedeflerin peşinden gitti. Her disiplinden, her statüden bilim emekçisinin ve destek personelin dayanışmasını örgütledi. 1202 oy almış olmak bunları değiştirmiyor. Sağcıların aksine herhangi bir seçimdeki oy verme ilişkisini mutlaklaştırmıyor, bilinçlerde bir dönüşümü, üniversitelerin siyasi iklimini değiştirecek uzun soluklu mücadeleyi önemsiyoruz.

Renk körlüğünden muzdarip ortalama bir aygıt adamı olarak ne yazık ki mücadele deneyimlerinden, örgütsel katılım mekanizmalarından ve siyasi programlardan bahsetmeyi, o da ne kadarsa, becerebiliyorum. Şimdi yazdıklarımı okuyunca neredeyse üç yıla varan iki seçim dönemini kapsayan bu süreci sanki hiç gerçek insanların gerçek hayatları bir rol oynamıyormuş gibi anlatmışım. Oysa ki mücadeleleri ne egemenlerin baskısı ne de yapısal koşullar yaratıyor. Onları hakim doğrulara kafası yatmayınca bunlara itiraz etmeye cüret edenler inşa ediyor. Başarı ve başarısızlık insanların eseri o yüzden şunu anlatmalıyım: Raşit Hoca’nın Nazillili olduğunu öğrenince şaşırmıştım, bir grup arkadaş biz onu Danimarkalı zannediyorduk. Ne sanacaktık ki Hoca söylediği saatte gelir, herkesi sonuna kadar dinler, fikirlere fikirle cevap verir, hakaret etmez sesini yükseltmez. Seçim baskın olmasa tekrar aday belirlenmesi için bastıran da oydu. Kampanya esnasında çok da müsait durumlar olmasına rağmen asla bel altı malzeme kullanmamıza izin vermedi oysa ki bizim hazırlığımız vardı. Medyada yer aldığında kendinden bahsettiğine rastlayamazsınız her zaman programı anlatır eğitim ve sağlıkta yapılan yanlışlardan ve bunların nasıl düzeltilebileceğinden bahseder. Bunu yaparken de sözü geçen programın bir grup akıldanenin fikri değil Türkiye’deki toplumsal muhalefetin ortak birikimi olduğunu gösterir. Kanımca Raşit Hoca olmasaydı bu mücadele bu seviyeye gelemezdi.

Ve tabi diğerleri Rukiye Hoca, Huri Hoca, Betigül Hoca, Tunçalp Hoca, Taner Hoca, Özgür Hoca, Veli Hoca, Hakan Hoca, Işıl Hoca, Cevahir Hoca, Ünal Hoca, Murat, Nilgün, Ahsen, Coşkun, Barış (her ikisi de), Savaş, Gökçe, Alper, Mahmut, Berna, Beyzade, Cemal, Gültan, Levent, Cemil, Barkın, Yeter ve Siyasal Çetesi (gençleri, daha gençleri ve bilge insanlarıyla) adları buraya sığmayacak iki yüze yakın bilim ve sağlık emekçisi… Onlar mücadele etti, ediyor, edecek.