Normalleşme Mümkün mü?

Türkiye’de şu anda iki “anomali” yaşanıyor.

İlki, RTE’nin açıkça ilan ettiği üzere, anayasal rejimin fiili olarak askıya alınmış olması. Zat-ı şahaneleri siyasetçilere düşenin bu fiili duruma yeni bir hukuki kılıf bulmak olduğunu ilan etmişlerdir.

Diğeri ülkenin “doğusu” ve “batısı” arasında uzun zamandır varolan çatlağın giderek kırılmaya doğru evrilmesidir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bölgenin çeşitli yerlerinde ardı ardına ilan ettiği demokratik özerlikler bu kırılmanın boyutlarını göstermesi açısından önemlidir.

RTE, ilk anomaliyi zorlamak için ikincisi tetikleyecek bir yola başvurduğunda siyasal alanın aktörlerini de adeta paralize etti. Ülkede meclis iradesi fiilen askıya alınmış durumdayken CHP ve MHP kendilerine biçilen rolleri oynuyorlar. Her ikisi de “durumun normalleşeceği” anı düşünerek, buna oynayarak hareket ediyorlar.

Ufukta beliren erken seçim, çok partili bir seçim olacak olmasına rağmen iki ihtimalli olacak: Kötü ihtimal RTE’nin istediğini alması; iyi ihtimalse 7 Haziran’ın tekerrür etmesi. Peki, iyi ihtimalin gerçekleşmesi durumunda RTE’nin “eh ne yapalım, denedik olmadı, buraya kadarmış” diyebileceğini düşünebilir miyiz? Yani durum –öyle veya böyle- normalleşebilir mi seçim sonrasında?

RTE’nin en büyük becerisi “olağanüstü hali” siyaseti şekillendirici bir iktidar silahı olarak kullanabilmesi. Nazi rejiminin anayasa hukukçusu Carl Schmitt’in belirttiği gibi, egemen olağanüstü hale karar verendir. RTE egemenliğini böyle yürütüyor ve artık bunun hukuken de tanınmasını istiyor.

Zaten bildiğimiz bir şeyi net bir şekilde ortaya koymakta fayda var: AKP bugün artık RTE ve çevresinin inisiyatifinde kurulan siyasetin aracı kurumlarından birisidir ve RTE salt bu kurumla çalışmamaktadır. Devletin resmi ve gayrı-resmi zor aygıtlarını da manipüle etme kapasitesine sahiptir.

Bu sayede savaş dâhil her türlü taktiği kullanmaktan imtina etmeyen bir olağanüstü siyaset tarzı karşısında parlamentarist taktiklerin geçerliliği ne kadar olabilir? Bu öyle bir düzlem ki Bahçeli bile, “bizim yerli üretim Hitler’e, Stalin’e, Kaddafi’ye tahammülümüz olmaz, bu iyi biline” diyerek racon kesebilmektedir.

Elbette ufukta görünen seçim önemli. “Ufukta görünen” tabirini dahi ihtiyatlı kullanmakta fayda var aslında. Zira aynı ufuk içerisinde seçimleri ıskartaya çıkaracak farklı olağanüstü aşamalara geçme ihtimali de var.

Tam da bu nedenle olası bir seçimde tüm meselemiz 7 Haziran’ı sandıktan yeniden çıkarmak olamaz, olmamalı. Seçim sürecini, Suruç katliamı ve ardından gelen saray darbesiyle başlayan savaş ortamında bariz bir geri çekilme yaşayan toplumsal muhalefeti yeniden ayağa dikmenin bir aracı olarak örmeliyiz. Bu süreç içerisinde giderek tırmanacağını öngörebileceğimiz milliyetçi-militarist hava karşısında, barış ve demokrasi taleplerini bir araya getiren bir program çerçevesinde, kendisini sandıktan çıkacak sonuca endekslemeyecek kitlesel ve militan bir toplumsal hareketin inşası öncelikli hedef olarak belirlenmeli.

“HDP’ye oy isteme” çalışmasını, HDP’ye oy istemenin ötesine taşımak mümkün olabilir mi? Mevcut şartlar içerisinde giderek zorlaşsa da odaklanmamız gereken mesele budur.