“Koalisyon Toto” Değil Politik Öngörü Lazım – M. Görkem Doğan

Koalisyon çabaları Ankara’da müesses siyasetin dehlizlerinde devam ederken, bizim “mahallede” de koalisyon toto oynandığını görüyoruz. Kimileri restorasyonu ne kadar erkenden öngördüklerine işaret ederek sola, aslında ortak partilerinden ayrılıp kendilerini askersiz generallere çeviren gençlere, parmak sallıyor; kimileri de AKP CHP koalisyonunu önce aklına bile getirmiyor (Koalisyon mu? Kiminle? MHP’yi bilemeyiz, HDP’yi ise hakikaten merak ederiz, bakalım neler olacak?), bu ihtimal Baykal tarafından gözlerine sokulunca da işi pişkinliğe vuruyor (Düzenin, burjuvazinin çözüm arayışlarını görmek için alim olmaya gerek yok).

Ben de müritlerime yönelik siyasi kehanetler yumurtlayabilen biri olsaydım Daenerys Fırtınadadoğan’ın Qarth şehrinde Ölümsüzler Evinde gördüğü kehanetleri taklit ederek şöyle derdim. Üç Koalisyon yaşayacaksınız; biri TÜSİAD’ı sevindirecek, biri faşizmi güçlendirecek, biri de seçime gidecek…

Ama siyasi öngörü öyle olmuyor; şöyle oluyor:

“Kuşkusuz para kaynaklarının hareketlendirebileceği kimi mafyatik gruplar sokağa hamle edebilir. Akit gazetesi örneği, önemli bir kısmı olmasa da bazı İslamcıların benzer işler yapabileceğine işaret ediyor. Fakat bunlar ancak kaçınılmaz olanı erteleyebilir. Sokaktaki sağın geleneksel sahibi MHP yükselişte görünüyor; BBP ise artık Erdoğan’ın kontrolünde olmadığını giderek daha fazla gösteriyor. Bunun yanı sıra pasif devrim, İslamcılığı hakikaten düzen içi bir güce çevirmiş görünüyor: Dolar yükselince moralleri düşüyor ve hiçbir gerçek hedef için seferber olamıyorlar. Toplumdaki görünür adaletsizlikler ahlaki otoritelerini sıfırlarken türbanlı kadın öğrenciler ve benzeri gerçek mağduriyetler zaten çoktan giderildi.” Bu satırlar 23 Mart 2014 günü bu sitedeki Ortaya Konuşma Yıllarının Sonu Ve Devrimci Siyaset başlıklı yazıda AKP’nin geziden sonra iyice açık hale gelen gerileyişini tespit ettikten sonra geliyordu ve aslında Başlangıcı oluşturacak tartışmalarda dile getirdiğimiz yeni konjonktür tespitinin belli bir tarihsel anda yazıya dökülmesinden başka bir şey değildi. Bu kısmın hemen arkasından da doğru bir siyasi stratejisi olmazsa solun Erdoğan otoriterliğinden sonra gelecek restorasyonda kullanışlı aptal olarak iş görme tehlikesine dikkat çekmiştik.

Kullanışlı aptal olmamanın yolu burjuvazinin politikalarını başarıyla (!) analiz ederken yönettiğiniz sekti takviye etmekten geçmiyordu. Gücünüz neyse, maharetiniz neyse, olanağınız neyse hepsini doğru bildiğiniz siyasi hat doğrultusunda harekete geçirmek bunu yaparken de şimdiye kadar tuttuğum zemine ne olur dememekten geçiyordu. Tam da bu yüzden Geziden hemen önce 17 Mayıs 2013’te AKP’nin hep lehine gelişen politik konjonktürün değişmekte olduğunu anlatan Yeni Bir Konjonktüre Doğru başlıklı yazıda şöyle dedik (AKP’nin yeni dönem politikalarının) “başarıya ulaşıp ulaşmayacağı salt AKP’nin maharetine bağlı değildir, gerek bölgesel gerek küresel güçlerin müdahale ve belirleyicilikleri tarafından sınırlandırılıp, yeniden biçimlendirilecekleri kesindir. Fakat buna dayanarak, “bu senaryo AKP ve Türkiye sermayesine birkaç gömlek fazla gelir” deyip, pusuya yatmak ve bu şekilde teselli bulmak solun siyasal aktörlükten feragat etmesi anlamına gelecektir. Bu gizli ve telaffuz edilmeyen ruh hali olsa olsa sinizm üretir. Siyaset, statik senaryolar yazmak ve bu senaryoların karşısına geçip “şöyle olur, böyle olmaz” demek değil, yukarıda ancak kabataslak bir tasviri bulunan dinamik sürece müdahil olabilmektir. Mesele AKP ve Türkiye sermayesinin bu oyunu oynayıp oynayamayacağı değil, oynama giriştiklerinde –ki giriştikleri kesin- sürecin gidişatına nasıl müdahale edileceğidir. Bu anlamda siyaset sonuç tahmini değil, süreci süreç içerisinde analiz edebilme ve müdahil olabilme sanatıdır.”

Nitekim Gezi’de ve sonrasında elimizden geldiğince, olanaklarımız yettiğince ve hiç kendimizi olanaklarımızı ve olduğu kadarıyla politik aygıtımızı esirgemeden Soma’dan Metal Fırtınaya tüm mücadele süreçlerine müdahil olmaya çalıştık. Yerel seçimlerde bas geç apolitizmini eleştirdik, arkasında durulmayan adaylıkları ayıpladık. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren de çözüm sürecinin getirdiği yeni durumun analizi üzerinden ülkemize özgü yer yer faşizan karakter taşıyan neoliberal otoriterizme karşı bir duruş geliştirdik ve dolayısıyla seçimlerde net tavır aldık. İlerici adayları destekleyin demedik. Çünkü çözüm sürecini mesela şimdi sadece Anti Kapitalist Eylem sitesinden ulaşılabilen Yeni Bir Konjonktüre Doğru başlıklı, 17 Mayıs 2013 gibi erken tarihli bir yazıda bile şöyle değerlendirmiştik: “Kürt Ulusal Hareketinin birikimini ve gücünü küçümsemeyen, onun Kürt yoksulları içindeki kökenini göz ardı etmeyen bir yaklaşımla “sürecin” dinamik olasılıklarına odaklanan bir tutum izlenmelidir. Sürecin zaten başarısızlığa mahkûm olduğu kehanetlerine değil, iktidar ve ulusal hareket arasındaki uzlaşmaz çelişkilere, politik gelenek ve strateji farklılıklarına vurgu yapmak gerekmektedir.”

Şimdi yazıyı okuyunca çirkin bir biz hep haklıydık havası aldım, zinhar böyle bir şey söylemiyorum. Zaten söyleyemem de çünkü neredeyse her zaman Başlangıçtaki, Umut Sen’deki yoldaşlarım sokakta mücadele ederken ben ahkâm kesiyordum, çoğu da yanlış çıktı. Ben sadece şunu demek istiyorum: 7 Haziran sonrası izlenmesi gereken siyasete dair gelen önerileri değerlendirirken ne olur şu soruları aklınızda tutun. Bu öneri hangi uzun dönemli siyasal stratejiye oturuyor, somut durumun somut analizini yapıyor mu yoksa temennisini siyasal gerçeklik gibi aktarırken politik aygıtını kollamayı mı hedefliyor. Devrimci bir nihai amaç var mı yoksa gelenek türbedarlığı siyasi hat diye mi yutturuluyor. Bu soruları kendi kafanızda yanıtlamadan daha önce de böyle yapıyorduk diye ezberinizden siyasete devam etmeyin. Çünkü önümüzdeki süreç tren sallayarak atlatabileceğimiz bir politik atmosfer içinde yaşanmayacak. Restorasyonun kullanışlı aptalı olmak da, toplumsal kargaşaya sürüklenen bir ülkede kafası kesik tavuklar gibi koşturmak da tren sallarsak bizim mahalle için ihtimal dahilindedir.

Tren sallamak demişken gördüğün en isabetli seçim yorumunu sevgili Erkan Baş yapmış: “2015 seçimleri Türkiye solunun statükocu önderliklerinin de sonu olmuştur. Tren sallayarak, içindekilere gidiyormuş hissi vererek bir yere kadar idare edilebileceğini, ancak gerçeklerin er ya da geç kendisini ortaya koyacağını bir kez daha görmüş olduk.”