Gerçekliğin Eleştirisi Olarak Ulus Baker Düşüncesi – Sevinç Türkmen

Bir yandan yaratıcı bir felsefi kavrayışa sahip olmak diğer taraftan bu kavrayışı siyasete ve sanata uygulayabilmek oldukça güçtür. Sıra dışı bir çalışma disiplini ve yaşam tarzı gerektirir. Ne var ki bu insanüstü bir çaba değildir. Gerçek bir soruna ya da gerçekliği kavrama sorununa sahip olan her insan buna uygun bir çalışma ve yaşam tarzı geliştirdiği sürece bunu gerçekleştirebilir. Kuşkusuz nesnel koşullar her zaman devrededir. Ancak tarih, bu nesnel koşulların ortaya çıkardığı engellere rağmen yaratıcı ve kurucu düşünceler ve fikirler geliştiren örneklerle doludur. Ulus Baker bunlardan sadece biridir.

Baker, bu toprakların felsefi, siyasi ve estetik değerlerine yeni değerler katan, mevcut yaklaşımları derinleştiren düşünürlerden biridir. Baker’in felsefi bir kaynaktan beslenen siyasi ve estetik değerlendirmeleri Türkiye’deki felsefi çalışmalara da yeni bir boyut kazandırır. Spinoza, Deleuze, Negri ve Hardt gibi isimlerin daha fazla okunmasında, anlamaya çalışılmasında ve tartışılmasında önemli katkıları olan Baker, çok yönlü çözümlemelerini kendine özgü bir yöntemle geliştirir. Bu kavrayışın ve yöntemin özünde Spinoza’nın güçlü etkisi biteviye belirir. Baker, sıkça Spinoza’ya başvurmaktan çekinmez, bilakis filozoftan yaratıcı biçimde yararlanır ve Spinoza’ya karşı güçlü bir merak uyandırmaktan geri durmaz. Ancak bunu yaparken deyim yerindeyse felsefe tarihçiliği yapmaz, felsefe yapar. Felsefe üzerine felsefe yapar. Felsefeyi edimselleştirir. Kantçı, Spinozacı, Deleuzecu ya da Marksçı olunabilir, ama güç olan bu felsefeleri de layıkıyla kavrayıp yeni ve eleştirel bir felsefe geliştirebilmektir. Belki bundan da güç olan ise yeni bir felsefe tesis ederken felsefe, bilim, sanat, siyaset gibi disiplinler arasında yaratıcı ve güncel bağlar kurabilmektir. Peki Baker bu bağları kurarken Spinoza’da diğer filozoflarda olmayan neyi görür?

Baker’in birçok yazısı Spinoza üzerinedir. Doğrudan doğruya Spinoza üzerine olmayan yazılarında da Spinoza’nın etkisi oldukça belirgin biçimde görülür. Ancak bu yazıların odaklandığı sorunlara bakıldığında –ki kuşkusuz burada hepsinden bahsetmek mümkün değil- Baker’in Spinoza’nın yöntemine gönderme ile başvurduğu birkaç temel eğilim açığa çıkar. Bu eğilimlerin bazılarından bahsederek Baker’in okumasındaki güncelliği rahatlıkla görmek mümkün. Spinoza’nın felsefesinde “etik ile siyaseti” birlikte inşa ettiğine dikkat çeken Baker, diğer birliğin ise duygu ve bilme arasında olduğunu söyler. Bunlar oldukça kritik argümanlar. Neden mi? Çünkü “siyaset ile etiği temas haline sokmak” hâlâ güncel bir sorun. Bu teması dogmatik bir ahlakçılığa düşmeden gerçekleştirebilmek oldukça önemli. Bu temas tali olarak görülemeyecek ve göreceliliğe terk edilemeyecek kadar hayati. Diğer taraftan duygu ile bilmenin birliği bize başka bir şeyi daha öğretiyor: Bilgi ve kavrayış geliştikçe arzu ve çaba da artar. Bu doğrudan doğruya siyasi bir tespittir ve devrime dair arzunun ancak kavrayışın gelişmesi ile mümkün olduğunu gösteren nesnel bir değerlendirmedir. Kavrayışımızı yöntemli bir biçimde geliştirme çabası olmaksızın fikirlerimizi gerçekleştirme arzusuna da sahip olamayız. Aslında karmaşık değil. Bizdeki bir duygunun güçlü ve kurucu olabilmesi için onun zihnimizde güçlü bir yer kaplayan fikrine de sahip olmak zorundayız. Aşk ya da sevgi, haset ya da nefret hangisi olursa olsun durum değişmez, gönderme nesneldir: fikir ya da zihnin etkinliği. Ve tüm bunlarla ontolojik bağı olan beden. Zira fikir bedenle birlikte tesis edilir ya da bedenin varoluşunu içerir. Dolayısıyla duygu ile fikir ya da zihin ile beden, bunlar arasında hiçbir hiyerarşik belirlenim artık savunulamaz.

Baker, Spinoza’nın beden araştırmasının özgünlüğüne sıkça değinir. Spinoza’ya göre genel olarak felsefe, kurucu olanı ruh ya da akıl olarak görürken bedenin ne olduğunu ise o zamana değin neredeyse kimse araştırmamıştır. Bedenin ontolojisi henüz yapılmamıştır. Baker, bedeni ve zihni, imgeleri ya da imajları, duyguyu ve fikri yeniden tanımlamak, siyaset ile felsefe, felsefe ile sanat ya da sanat ile siyaset ve daha birçok şey arasındaki bağı kurabilmek ve “gerçekliğin eleştirisi” için bunları yeniden düşünmek zorunda olduğumuzu hatırlatır. Baker tam da bu nedenle Marx’ın “senin hikayeni anlatıyorlar” anekdotuna sıkça gönderme yapar. Bu göndermelerde anlam daha da genelleşir ve evrensel bir içeriğe kavuşarak hepimizi ve her birimizin tekilliğini kuşatır*.

Baker’in kavrayışındaki zenginlik sorular ve sorunlar, şeyler ve olgular arasında kurduğu güncel bağlarda açığa çıkar. Bu kavrayış tarzı henüz yeterli ilgiyi göremese de Baker, bu topraklardaki felsefi çabanın en önemli taşıyıcılarından birisi olmuştur. Bu nedenle, nasıl ki varoluşumuz gereği siyasetle, felsefeyle, bilimle ya da sanatla uğraşmak zorundaysak ve her insanın evrensel varlığını kavrayabilmesi için bu zorunluluğa sahip olduğunu savunuyorsak bu tür çabaları açığa çıkarmayı, anlatmayı ve tartışmayı da aynı zorunluluğun parçası olarak görmeli ve savunmalıyız. Aksi takdirde Spinoza’dan Hegel’e, Hegel’den Marx’a, Marx’tan Negri ve Hardt’a giden geçiş çizgilerini kavramak olası gözükmüyor.

 

* Baker’in birçok yazısına www.korotonomedya.net sayfasından ulaşılabilir. Düşünürün Marx’ın yöntemine ilişkin bütünsel değerlendirmesi ise aynı sayfadaki “Marx’ın Bir Çift Sözü Var” adlı yazısında oldukça yalın biçimde ortaya konur.