Dikenler ve Ağlar, Bedenler ve Hakikat – Sevinç Türkmen

385. yaşında Spinoza’yı yeniden analım. Zira bunun için çokça nedenimiz var..

Nietzsche örümcek ile sineklerin kavgasını kahkahayla seyreden Spinoza’nın felsefesinden bahsederken bu felsefeyi “bir münzevinin örümcek ağı türünden kavram örgüsü” olarak betimler. Spinoza’nın felsefesi, doğadan maddeye, maddeden bedene, bedenden zihne, zihinden fikre, fikirden duyguya, duygudan özgürlüğe ve yine bunlar arasında karşılıklı ve sonsuz ilişkilerle örülen bir ağın ifadesidir. Descartes ise yatağında uzanmış, bir sineğin hareketlerini izlerken koordinat sistemini geliştirir. Doğanın, devinimin, ilişkilerin, bedenin ya da oluşun doğasını keşfetme arzusudur varoluşun adandığı bu seyir. Öyleyse bu anlama çabası, bu hakikat arzusu olmaksızın “kendi cevherimizden adeta yoksun olarak yaşarız”. Ne var ki bu çaba, yaşamın nasıl sürdürüleceği yönündeki pratik arzudan bağışık değildir ve bu yüzden Spinoza’da felsefe ile siyaset, siyaset ile ontoloji, ontoloji ile etik iç içe tesis edilir. Bunun ise hem nesnel hem de oldukça pratik nedenleri vardır.

“Spinoza hiçbir zaman şu soruyu sormaksızın herhangi bir düşünce üretmemiştir: Peki bunlarla ne yapacağız? Felsefesi derinden derine pratiktir, bütün örnekler günlük hayata dairdir” (Ulus Baker). Şayet sinek rüzgarı doğru kullanabilirse hareketini yönetebilir ve ağdan kurtulabilir. Bu, bir tarz analojidir: “Aklın sesine kulaklarını tıkayarak kendilerini hurafenin rüzgarına bırakanlar […] hurafe akla öylesine düşmandır ki”. Spinoza uyarır; nedenlerini bil(e)mediğiz siyasi, ahlaki, toplumsal, kişisel her türlü durum, düşünce, duygu ya da ilişki tarzı bir hurafeye dönüşebilir. Oysa bedenimizle zihnimizin, zihnimizle fikirlerimizin ve fikirlerimizle duygularımızın arasındaki bağı keşfedebilirsek yaşadıklarımız ve yaşananlar karşısında sızlanmaya, dertlenmeye, vazgeçmeye dönük bir keder içinde değil anlamaya, çalışmaya ve değiştirmeye dönük bir arzu içinde olabiliriz ve doğamızla en çok uyuşan şey bu arzudur. Spinoza da bu arzunun geometrisinden bahseder bize.

Filozofun hayatına dair iki anekdot, mühründeki dikenler ve hastalığına iyi geldiğini düşündüğü gül reçeli, aynı gerçekliğin farklı ifadeleridir sadece. Yani koşullar ve şeyler bizi edilginleştirdiği gibi etkinleştirebilir de. Spinoza hiçbir zaman gerçeklikle dolaysız biçimde yüzleşmekten imtina etmez. Hakikatin ve özgürlüğün ilk koşulunun bu olduğunu bilir. Ölümcül bir hastalıkla uğraşırken bile edilginliğe ve yakınma kolaycılığına sığınmaz ve dostlarına biteviye çalışmayı telkin eder: “Aramızdaki dostluğun hatırına senden bütün içtenliğimle rica ederim ki, kendini bütün gayretinle ciddiyetle çalışmaya ver ve hayatının büyük kısmını anlama yetinin ve ruhunun gelişimine ada. Diyorum ki, hâlâ zaman varken ve zaman akıp geçti diye sızlanmaya başlamadan önce yap bunu” (Spinoza’dan Johannes Bouwmeester’e). Çünkü felsefenin ya da hakikat arzusunun zamanı yoktur. Öyleyse “Spinoza’nın bize öğrettiği gibi, her şeyi sub specie aeternitatis” (Marx) yani sonsuzluğun ufku altında görmek hepimize dönük bir çağrıdır ve bu çağrının oldukça güncel, oldukça pratik ve oldukça devrimci anlamları vardır. Öyle ki bu lanetlenmiş, bu dikenler içinde büyüyen ama güllere tutkun filozof, “militan bir ilhamı özendirir” (D. Tatian) ve bu yüzden tehlikeli addedilir.

Spinoza’yı yazdıkları nedeniyle kâfirlikle suçlayan Albert Burgh’un örtük bir tehdit içeren “aklınızı başınıza alın, sayın filozof ve bilgelik bellediğiniz bu şeyin delilikten başka bir şey olmadığını görün” ifadesine karşı Spinoza’nın yanıtı, hem teolojik hem siyasi hem de felsefi olarak tehlike ihtiva eder gerçekten: “Ah kavrayıştan yoksun evladım, yüce ve ebedi olanı yiyip bağırsaklarınızda tuttuğuna kim büyüyle inandırdı seni?”. “Yüce ve ebedi olan”ın ise teolojik referanstan daha kapsamlı bir içeriği vardır. Devlete, üretim tarzına, hukuka, sınıflara ve bunlara bağlı olarak geliştirilen her tür eşitsizliğe, özgürlüğün önündeki her tür engele işaret eder Spinoza. Bu felsefenin sıra dışılığı da işte bu tehlikeye dayanır: Tüm bu engeller oluşturulmuş olduğu gibi bunları ortadan kaldırma gücü de aynı kaynağa yani ortak gücün kuruluşuna dayanır. Spinoza bu açıdan bir program, bir mesaj ya da bir rehber sunmaz, ki diğer türlüsü felsefesiyle çelişiktir. O sadece ontolojik bir strateji ve güçlü bir hakikat arzusu bırakır bize. Toplumun ve doğanın özgürlüğünü üretecek ve hakikati tesis edecek ağları örecek olan bedenlerin birliğinin ontolojik stratejisini bırakır.