Aç tavuk kendini darı ambarında sanır – M. Görkem Doğan

Sosyalistlerin seçim değerlendirmelerinin özellikle bazılarını okurken son yıllarda televizyonda gördüğüm AKP’li sözde uzmanları izlerken hissettiğime benzer bir mide bulantısı hissettim, ilaç olur diye de bu yazıyı yazıyorum. Çünkü cehalet ve temelsiz özgüven karışımı beni hasta ediyor.

Seçimlere katılım oranlarından başlayalım. Rivayet muhtelif, sosyalistlerin çağrısına uyup ya da aynı duyarlılıkları paylaşıp seçimleri boykot edenleri on beş milyondan başlatan da var daha mütevazı davranıp beş milyonda bırakan da. Hesap yapmak kolay tabi toplam seçmen sayısından oy verenleri çıkar olsun bitsin; daha sofistike bir hesap isteyen 30 mart seçimlerindeki MHP artı CHP oyundan İhsanoğlu’nun oyunu çıkarıyor.

Seçimlere katılım oranları şöyle okunmaz: bunlar oy verenler, oy vermeyenler de boykotçular. Yüzde yüz katılım çakma seçimlerde olur. Her ülkenin kendi siyasal kültürü doğrultusunda oluşan bir katılım oranı vardır; bunlar da yıllar içinde değişir, üstelik her türden seçimin katılım oranı da aynı olmaz. Mesela referandumlar genelde daha düşük katılımla yapılır. 12 Eylülden sonra en düşük katılımla yapılan seçim de bu yüzden bu cumhurbaşkanlığı seçimini yapmamıza sebep olan anayasa değişikliği referandumudur; bu seçim değildir. Katılım yüzde 67,5’tur. Şöyle diyebilir miyiz, halkımız bu işe baştan karşıydı bak cumhurbaşkanlığının seçimle belirlenmesi konulu referandumda yüzde 32,5 boykotçu vardı. O zaman gidip hayır verselerdi bu Ağustos sıcağında seçim yapmazdık. Ben de oy vermemiştim, boykotçu değildim, anneannem hastaydı.

Türkiye’de son üç genel seçime bakıldığında 2002’yi yüzde 79, 2007’yi 84, 2011’i 83 katılımla yaptık. 12 Eylül’den hemen sonra katılımlar yüzde doksanlardaydı çünkü oy vermemenin cezası vardı. Hem malum, yukarıda demiştik, demokrasi azsa katılım yüzde yüz olur. Şöyle mi diyeceğiz, halkımız 12 Eylül’ün yasaklı seçimlerini boykot etmeyi hiç düşünmemiş demek. Yerel seçimlere bakarsak genel seçimle karşılaştırılan il genel meclisi katılımı 2004’de yüzde 76, 2009’da yüzde 85’tir, son seçimde 89,3 oldu. Yani kısacası seçmen davranışı biraz incelendiğinde kolaylıkla görülür ki katılım oranı oy vermek ve boykot etmek arasında yapılan basit bir tercihle oluşmaz.

Tabi son seçimin aksine hakikaten önemli bir siyasi aktörün açık boykot çağrısı yaptığı bir seçim var: 12 Eylül 2010 referandumu katılım yüzde 73,7. Ben gidip hayırı basmıştım o gün. 14 milyon boykotçu var, hayır diyenler sadece 15 milyon küsur diyenlere gülüp geçmiştim sonrasında da. Ne yazık ki artık ihtiyar ve aksi bir siyaset bilimciyim bunlara katlanamıyorum. O zaman da gene dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan bir kısım sol teşkilat sorumlusu böyle tespitler yapıyordu. Boykotun esas failinin açıklaması daha gerçekçiydi, tutumlarının ise yanlış olduğuna bugün de eminim.

Kısacası seçime katılım seçimin türüne göre, seçim esnasında ortaya konan politik heyecana göre, seçim çalışmasına göre, genel siyasal atmosfere göre ve tabii ki mevsime göre değişir. Kendileri tatile güneye gittiği için bütün Türkiye’yi de böyle keyfe keder bir yer sananlar yazın her ayını aynı sanıp ahkâm kesiyor. Bu arkadaşlar galiba mevsimlik tarım işçiliği, yaylacılık gibi faaliyetlerden ya da fındığın Ağustos ayında toplandığından bihaber. Bu sonuncusu güneydoğu Anadolu bölgesinde seçime katılımı Türkiye’nin en düşük oranına çekti (%73) ve İstanbul’da AKP’yi vurdu. Giresunlular fındıkta; o bahçelerden sağlayacakları gelir İstanbul’da yıl boyu kafalarını suyun üstünde tutmalarını sağlayacak.

Peki bu son seçime katılımın oranı ne? Her yer yazdı, yüzde 74. Her yerin yazmadığı şu: O katılım oranının içinde bu seçimde ilk kez olan yurt dışı seçime katılım oranı da var. O da yüzde sekize ulaşmıyor. Yani yurt dışındaki üç milyon seçmenin iki yüz küsur bini oy kullandı. Demek ki neymiş en boykotçular Almancılarmış, yurt dışı seksiyonu kurmanın tam zamanı. Karşılaştırma yapacaksanız bu oranı atmanız lazım. İki sebepten ötürü: Birincisi daha önceki seçimlerde böyle bir oy yoktu, ikincisi katılsalardı Erdoğan’ın oyunu artıracaklardı. Yurtdışını dışarıda bıraktığınızda katılım oranı yüzde 77. Yani 2004 yerel seçimlerinden yüksek.

Peki bu oran hiç boykotçu yok mu anlamına gelir? Olmaz olur mu? Cansız bir seçim atmosferinde (Erdoğan’ın mitingleri bile 30 Mart’la kabil-i kıyas değildi, hızlı tren açılışı üç duraklık metro açılışı kadar prim yapmadı). Üstelik Ağustos ayında katılımın yüzde 83 civarındaki normal katılımın iki üç puan altında olacağını varsaysak, katılım 79 ya da 80’ler olmalı. O zaman bu katılım üç puan kadar eksik çıkıyor, yani 1,5 milyonun az üzerinde seçmen tıpış tıpış kabalığına inat sandığa gitmedi diyebiliriz.

Esas soru da burada ortaya çıkıyor. Aralarında Tansu Çiller ve Ahmet Necdet Sezer’in de olduğu, daha şimdiden 6 CHP’li muhalif milletvekili ve İşçi Partisi’nin etkilemek için manevraya başladığı bu kitlenin mi peşine düşülecek, yoksa Demirtaş’a bu seçimde oy veren bir milyon civarında insanın mı? Bu yazıyı yazmama neden olan mevcut siyasal değerlendirmeler bu sonuncuların CHP’ye döneceğinden emin. Onun dışında bunlara dair bir değerlendirme yok. Varsa yoksa “boykotçuların” ne kadar kıymetli olduğu. Muhayyel boykotçuların peşinden koşmaktan biraz mesainizi ayırın da bir zahmet döndürmeyin.

Bir milyon civarında insan! Herhalde aralarında sosyalistler de var ama daha önceki seçimlerde sosyalist partilerin aldığı oylara bakarsak muhakkak CHP ve herhalde kısmen AKP’ye oy vermiş insanlardan bahsediyoruz. Bunlar bir seçimde üç seçenekten en soldakine oy vermekte bir beis görmediler. Bu önemsiz bir şey midir? Ben bir seçimde en son “en sola” diye bir kampanya içinde bulunduğumda 250 bin oy anca alınmıştı ve bu bir ömür önceydi. Bu insanları toplumsal muhalefete ve siyasal sürece daha aktif, daha sürekli ve daha doğrudan katmak için uğraşmak gerekmez mi? Her seçim değerlendirmesinde neyi doğru bildiğimizi ve niye haklı olduğumuzu anlatmak için kalem oynatmak kuşkusuz daha kolay ama daha fazla kolaya kaçarsak Gezi’den beri sürekli sonunun yakın olduğunu iddia ettiğimiz Erdoğan çevresinde oluşan otoriter rejim varlığını sürdürmeye devam edecek. Okuduğum değerlendirmelerin pek çoğu bu seçmenleri hiç dikkate almıyor ve kendilerine paye çıkarmak için kendileri gibi “ben oynamıyorum” diyen seçmenden bahsetmeyi tercih ediyor.

Bu yazının konusuyla çok ilgisiz olsa da şunun altını çizerek bitirmek istiyorum. Seçim değerlendirmelerinden anladığım, Demirtaş kampanyasını beğenmeyenlerin bir nedeni de Demirtaş yerine “solcu” aday çıkarılmamış olması. Bu herhalde seçimlerde “destan” yazan sosyalistlerden bir aday olsaydı anlamına geliyor zira Demirtaş’ın sağcı biri olduğu herhalde iddia edilmiyordur. Bu noktada hatırlatmak istediğim bir şey var. 30 Mart’tan sonra Kaya Güvenç kampanyasının ortaya çıkardığı skandal oy oranının siyasi sorumluluğu ne olacak dedik, çıt çıkmadı. Kaya Güvenç kampanyası kim vurduya gitti. O cinayet aydınlanmadan kimse kitleleri kapsayacak sol adaydan bahsetmesin. Kendi adayları varken Mansur Yavaş’a tıpış tıpış oy verilmesine göz yumanların Demirtaş bize dayatıldı diye yakınma hakları yok. Ayıp oluyor.